Bilgiye erişim hızımız bundan 20 yıl öncesine göre olağanüstü bir şekilde arttı. Millenial kuşağı gençleri doğdukları andan itibaren bilgiyle ve ekranlarla kuşatılmış durumda. Bundan 10 sene önce her evde ortalama 3 ya da 4 farklı ekrandan söz ederken, bugün evde yaşayan her bir birey en az 3 yada 4 ekrana sahip. Üstelik bilginin bu ekranlar arasında akışkan bir şekilde ‘tüketilebilmesi’ bir ekranda okunmaya başlanan bir makalenin ya da izlenmeye başlanan bir videonun devamına diğer bir ekrandan ulaşılabilmesine olanak tanıyor. Sorun biraz da bu ‘tüketim’ tarzında ve hızında aslında. Sahip olduğumuz becerileri, zamanı ve de cihazları ‘tüketmek’ için harcıyor olmak pek çok kişi tarafından son derece normal karşılanıyor. Yükselen yeni sosyal mecralar ve çok satan mobil cihazlar da üretimden ziyade tüketimi destekliyor, besliyor.
Eğitim’e Bakış Açımız
Bununla birlikte toplumumuzun eğitime bakış açısı da meslek ve iş odaklı. Bir lise öğrencisi için istenen şeyler sırasıyla derslerinde başarılı olması, üniversite sınavlarından mümkün olduğunca yüksek bir puan alması, iyi bir üniversitenin iyi bir bölümüne girerek iyi bir ‘meslek’ sahibi olması ve ardından iyi bir ‘işe’ girmesi. Ancak bir müfredatı ‘tüketerek’ izlenebilecek bu yol da gençlerin 10 yıllar boyunca tek boyutlu bir düşünce sistemine hapsolmalarına neden oluyor. Oysa üretmek, bilgi edinmenin en dolaysız ve doğrudan yolu. Bir şeyi yaparken elde edilen deneyim birinci derece bilgi kaynağı değerinde.
Dünyada Durum
Bu noktada, dünyadan en dikkat çekici 2 yaklaşım ABD ve İngiltere’den. Geçtiğimiz sene İngiltere’de BBC ortaokul öğrencilerine 1 milyon adet programlanabilir mini bilgisayar dağıttı. Bu bilgisayarlarda daha gelişmiş projeler üretmek isteyen öğrenciler isterlerse ‘BBC Micro’ adlı mini bilgisayarlarını Ardunio ya da Rasperry Pi cihazlarla birlikte de çalıştırabiliyorlar.
Amerika Birleşik Devletleri’nde ise eğitim bakanlığına bağlı STEM (Science Technolgy Engineering Math) Komitesi STEM derslerini okul öncesinden 12. sınıfa kadar yaygınlaştırmak, gençlerin ve kamuoyunun STEM farkındalığını arttırmak, üniversite öğrencilerini STEM konusunda deneyimli bir hale getirmek ve dezavantajlı sosyo-ekonomik grupların STEM alanında daha iyi bir eğitim alabilmesi için 5 yıllık bir strateji planı uygulamaya koymuş durumda.
Maker Hareketi
İşte temelinde rekabet yerine paylaşım, para yerine yetenek ve ezber yerine deneyim olan ‘Maker’ hareketi tam olarak bir ‘üreterek öğrenme’ modelini temsil ediyor. Maker hareketinin temelinde yer alan ‘Do It Together’ (Birlikte Yap) anlayışı sayesinde Maker’lar tek başlarına belki de asla sahip olamayacakları kadar bilgiye ve yeteneğe ‘ucu ucuna öğrenme’ modeli ile sahip olmakta. Geliştirme ve üretme süreçleri açık olan projeler sayesinde de deneyim ve bilgi aktarımı kolay ve şeffaf bir biçimde gerçekleşmekte. Kolayca -ve gerektiği kadar- öğrenilebilecek programlama dilleri, fiyatları son derece ucuzlamış devreler ve programlanabilir mini bilgisayarlar ve tabii ki erişimi kolaylaşan 3 boyutlu yazıcılar sayesinde bir Maker’ın aklındaki fikrin prototip ürününü üretmesi artık son derece kolay.
İhtiyaç ve İnovasyon
Yapılacak tasarımların ve üretilecek ürünlerin bir ihtiyacı karşılaması inovasyon için olmazsa olmaz. Bu açıdan Maker hareketinin de temel yaklaşımının ‘Ürüne göre ihtiyaç değil ihtiyaca göre ürün’ olduğunu söyleyebiliriz. Maker olmak bir açıdan istediği herhangi bir şeyi üretmek, ne olduğu önemli olmaksızın fiziksel çıktısı olan herhangi bir üretimde bulunmak demek. Ancak işin içine inovasyonu da aldığımızda bir Maker’ın gerek kendi ihtiyaçlarına, gerek çevresinde gördüğü ve dikkatini çeken ihtiyaçlara, gerekse de daha yaygın anlamda toplumun ve dünyanın ihtiyaçlarına yönelik çözümler üretmesi gerekiyor. Bu çözüm kendi evcil hayvanına yönelik (kişisel), olabileceği gibi mültecilerin aileleriyle iletişim kurabilmelerini sağlayacak bir sistem de (toplumsal) olabilir.
“Atma, dönüştür. Onar, yeniden kullan” sloganıyla her ayın ilk pazar günü Kadıköy’de gerçekleştirilen ve gönüllülerin bozulan eşyalarınızı tamir ettiği ‘Repair Cafe’ etkinliği ve adlarını kafaları kırılmış yol babalarına 3 boyutlu yazıcılar ile ürettikleri Star Wars karakterlerinin kafalarını takarak duyuran ‘Onaranlar Kulübü’ ise çevrelerindeki ihtiyaçlara yönelik çözümler üretmeye -ve sosyal inovasyona- 2 güzel örnek.
Crowfunding ve Crowsourcing
Fikrini hayata geçirip prototipini üreten ve yaygın üretime geçmek isteyen Maker’ların kafalarındaki en büyük bilinmezler ise her zaman yatırım, yatırımcı ve finansman. Fikir / ürün sahipleriyle yatırımcıların bir araya gelmesi her ne kadar eskisine göre çok daha kolay olsa da bu süreçler Maker’lar için kimi zaman zorlayıcı olabiliyor. Burada da Maker’ların imdadına ‘Crowfounding’ (Kitlesel Fonlama) ve ‘Crowsourcing’ (Kitlesel İmece) sistemleri yetişiyor.
Maker’ların prototip ürünleriyle Kickstarter ya da Indiegogo gibi siteler üzerinden tüm dünyadan fon toplamaları artık son derece kolay. Ancak elbette bu siteler üzerinden fon toplamaya çalışan her ürün ya da proje amacına ulaşamıyor. Yüzlerce başka fikir arasından sıyrılabilmek ve hedeflenen fona ulaşabilmek için inovasyon ve sürdürülebilirlik olmazsa olmaz.
Patentlerin Yeri
Maker’ların fikirlerinin ve ürünlerinin haksız rekabetten korunabilmesi ve Maker’lar ile sanayinin işbirliğinin doğru ve adil bir şekilde geliştirilebilmesi için ise patentler son derece önemli. Burada elbette değer yaratan, lisanslanabilir ve bir AR-GE sürecinin çıktısı olan patentlerden bahsediyoruz. Genç Maker’ların, ürünlerinin testten geçirilerek fikri mülkiyet haklarının alınması ve lisanslanması konularında profesyonel desteğe ihtiyaçları var. Lisanslanmış patentleri sayesinde Maker’lar ulusal ve uluslar arası çapta yatırım alabilme, iş birlikleri geliştirebilme ve ortaklıklar kurabilme imkanlarına kavuştukları gibi yeni fikirler ve ürünler üzerine düşünmeye, araştırma ve geliştirmeye, üretmeye de devam edebiliyorlar.