Korona salgını sırasında piyasa çıkan test tanı kitleri biyoteknoloji alanında yapılan oldukça başarılı ürünlerdir. Ülkemizde ilk başlarda Çin’den gelen test tanı kitleri kullanılmaktaydı. Fakat ilerleyen zamanlarda kendi üretimimiz tanı kitlerinin kullanılmaya başlandığı üzerine bazı fikirler ortaya atılmıştı.
Kimileri buna pek ihtimal vermese de Türkiye’de şu anda Çin’den gelen tanı kitleri kullanılmamakta. Kalite ve yetersizlikten bağımsız olarak ülkemizde kullanılan testlerin hepsi yine ülkemizde üretilen testlerdir.
Biyoteknoloji Konusunda Kendi Kendine Yeten Ülke Olmak
Biyolojik teknoloji alanında kendi kendine yeten ülke olma durumu oldukça doğru bir konudur. Ülkemizdeki gelişmeler pandemi sonrası ülkemizde pek çok şeyi değiştirecek gibi durmakta. Bu sektör içinde bulunan ve gerek ülkemizde gerek ise dünyada biyoteknoloji alanındaki çalışanlar ile görüşen kişilere göre artık yeni bir döneme girmekteyiz.
Bu yeni girilen dönemin okumasını iyi yapabilirsek ülke olarak çok doğru bir yere gelebiliriz. Pandeminin bize ve tüm dünyaya gösterdiği bir gerçek var. O da lokal üretimin ne kadar önemli olduğu.
Lokalizasyon insanların yeni yeni akıllarına gelmeye başlamış durumda. Ülkemizde bazı firmalar bu duruma hazırdı ve bu durumu iyi değerlendirmiş oldular. Pakistan, İran ve Güney Afrika’dan pek çok ülke ürün değil ama üretim ihracatı ile ilgili tartışmalar yapmakta.
Artık bu ülkeler ülkemizden biz de bunu kendi ülkemizde yapabilir miyiz diye fikir danışmaktalar. Bu durum sektör içerisinde bulunan herkes için oldukça sevindirici bir haber olmakta. Merkezîleşmeden ziyade artık çevrelere yayılma konsept olarak her alanda karşımıza çıkacak bir durum olacak.
Dolayısıyla kendi kendine yetebilen ya da kendi kendine yetiyor olabilmenin yaşamsal açıdan çok değerli bir şey olduğu ortaya çıkmış durumda. Bununla birlikte birçok yerde ve birçok ülkede yeni biyoteknoloji firmaları çıkacağı tahmin edilmekte.
Merkezi Firmaların Güç Kaybı
Pandemi sürecinin başlaması ile tüm dünyada merkezi firmalar artık yavaş yavaş güç kaybetmeye başlamış durumdalar. Bu durum göz önünde bulundurulur ise ülkemizde yaşanan duruma olumsuz olarak bakan insanların fikirleri değişebilir.
Önceden tamamen merkezileşmiş ekonomilerin dünyanın geri kalanını ürettirmeme üzerine dayalı politikaları ile yaşamaktaydık. Bu kriz bizlere global firmaların bile bu senaryoya hazır olmadığını göstermiş oldu.
Bu süreçte Almanya ülke olarak kendi korona tanı kitini üretemeyecek acizliğe düştü. Siemens ülkemizdeki bu konuda çalışma firmaları back – up olarak tutmuş ve eğer kendileri yetemez ise ülkemizdeki firmaların bu durumu halletmesini istemiş durumda.
Dünya genelinde uçuşlar durduruldu ama ülkemizdeki firmalar küçük bir minibüse 100 bin adet tanı kiti koyarak 2 güne Almanya’ya ulaştırmıştır. Şimdi sadece bunun varlığı bile teknolojiyi ya da biyolojik teknolojiyi karayolu ile transfer ediyor olabilme vasfı bile ülkemize fırsat sağlamış olmakta.
Özet olarak ülkemiz üretmek için çok iyi bir altyapıya sahip. Tam tersine pandemi süreci ülkemizdeki umutları oldukça arttırdı. Önümüzdeki 1 yıl içerisinde çok sayıda firma ortaya çıkacak gibi görünmekte.
Biyoteknoloji gibi alanlarda Çin üretimin dünya üzerinde yüzde 70’ini üretmekte. Bu durum ile artık Çin’in bu baskın üretimi de artık zamanla bu yüzdesini kaybetmeye başlayacak. Dolayısıyla Çin bu konuda kaybetmeye başlayınca yerine aday tek ülke ise Türkiye olmakta.
Testler Konusunda Millileşme
QPSR testlerinin tamamı ülkemizde üretilmekte. Fakat üretim mantığı ülkemizde çok yanlış anlaşılmaktadır. Milli ve yerli gibi terimlerin ifade ettiği anlamlar çok farklıdır. Örneğin bir kit üretmek için en basit olarak enzim gerekmektedir.
Buffer denilen şey bir takım kimyasalların karışımıdır. Buradaki üretimden insanların kastı hepsinin lokal olarak bir yerde yapmak ise dünya üzerinde bunu yapabilen bir ülke bulunmamakta. Her şeyini kendi üreten hepsini kendi yapan bir şeyden bahsedilemez.
Dünyanın en büyük firmalarına da gitseniz bazı parçalarını başka firmalar yapmaktadır. Bu testlerde en önemli nokta insanlara doğru korona virüs testi yapabilmek. Bunu sürdürülebilir olarak milyonlarca kapasiteye yetecek kadar yapabiliyorsanız bu sizi üretici yapar.
Biyoteknoloji Alanında Patent ve Fikri Haklar
Ben bir patent üreteceğim ve daha sonra onu lisanslayacağım diye bir süreç 1900’lü yılların modasıdır. Bu özellikle 1960 yılından sonra büyük bir değişime girmiş ve 1980’li yıllardan sonra spin – out’ların ortaya çıkışı ile beraber patentin aslında bir şirket ile beraber alımının tetiklendiği bir modele dönüşmüştür.
Benim bir patentim var ve milyon dolarlar kazanacağım mantığını değiştirmek gerekmekte. Öncelikle olarak üniversitelerin kuluçkalama yerlerinde hocalarının spin – out’larının sayılarını arttırmamız gerekmektedir.
Imperial ve Oxford Üniversitesi İngiltere’nin 2 aşısı üzerine çalışmaktalar. İkisi de çalıştığı ve lisanslayabilmek üzere yapılandırdığı model akademisyenlerinin üzerinden kurduğu şirket. Ayrıca o şirketlerin kendilerine ait en az 5 – 10 arasında patentleri mevcut durumda.
Bu yüzden patentin olması için en az 5 – 10 patent ile beraber değerlendirmek gerekmektedir. Çünkü basit Apple kordonunun üzerinde bile 7 adet patent bulunmakta. Bir ürünü ne kadar küçültüp patent alırsanız ürün o kadar az kopyalanır.
Ama bu oldukça pahalı bir süreç. Bu yüzden de üniversitelerin şemsiyesi altında olması gerekir. Bu ekosistemin hem biyoteknoloji hem de diğer alanlarda yapılıyor olması lazım. Bu anlamda da şirket satın alımları ile yani akademisyen şirketlerinin ya da AR- GE ortamlarında kurulmuş olan şirketlerin büyümesi ile olan bir süreçtir.
Bugün Google olarak baktığımız şirket altında pek çok start – up kurulumu ile olan bir kurumdur. Bu yüzden bu konuda uzman kişilerin üniversiteye ve hocalara patentin çok olmasının bir anlamı olmadığı ve aynı zamanda o patentin gerçek anlamda işe dönüşebilmesi için kendi start – up’larını kurarak büyümelerini önermektedir.
Pazar ve Ters Mühendislik
Bu süreçte tabi ki de biyoteknoloji alanındaki kişilerin olması gerektiği kadar pazara girebilmek için ters mühendisliğe ihtiyacımız vardır. Piyasa ne istiyor, ne kadara istiyor ve ne zamana istiyor bunu değerlendirmek gerekmektedir.
Amerika’da oldukça başarılı bir firma 10 taneden fazla start – up ile ilişkili durumda. Bu firma start – up’lara yeni bir molekül üretmek istiyorum diyor ve bunu 1’den fazla start – up’a veriyor. Bunu bir tanesine vermemesi ise işini şansa bırakmak istememesi.
Ayrıca bu firma ekipleri üniversiteler ile iş bilirliği yapmasını da sağlıyor. Bu ekiplerde;
- Finans ve analiz yapan pazarlama stratejilerini oluşturmuş insanlar bulunmakta.
- Bu pazarın devreye girmesi konusunda hukuksal boyutta bu modelleri bilen uzmanları bulunmakta.
Bu yüzden bizim özellikle özerk üniversiteler ile iş birliği yapan hızlandırıcılara ihtiyacımız var. Bu süreçlerde özellikle hocaları değişik fikirleri değerlendirerek ters mühendislik yaparak alanları oluşturacak konuma getirmemiz lazım.
Bazı hocalar öyle bir patent ile geliyor ki 20 – 25 yıl sonra o patent devreye girecek duruma gelecek. Ama bugün kovid döneminde hem biyoteknoloji hem de diğer alanlarda direkt ihtiyaç olunmasının sebebi acil ihtiyaca gerek duyulmuş olması.
Son kullanıcının ihtiyacı olan noktada ürün ve hizmetleri devreye aldığımız zaman aslında inovasyon tetiklenecek ve bunun ile ilgili olarak da patent sayıları daha spesifik daha lisanslanabilir olacak ve Start – up ve spin – out’lara dönüştürülüp daha satın alınabilir bir noktaya gelebilecek.
İlaç Sektörü ve Fikri Sinai Mülki Haklar
İlaç sektörü ile ilgili bilmemiz gerekiyor ki bu sektör hiçbir zaman oyun sektörü olmayacak. Çünkü bu alan unicorn’ların oluşturulup gerçekten 8 milyar dolarlık ya da 10 milyar dolarlık bir potansiyel çıkması için bir üzüm salkımı gibi farklı alanlarda 360 derecelik ana konuyu biriktirecek noktada olması lazım.
Ancak böylelikle o şirket ya da spin – out milyon dolarlık yatırım alabilsin. O yüzden bu anlamda fikri sinai mülki hakka giderken en önce bakılacak konulardan bir tanesi Einstein’in İsviçre’deki modelini izlemek olmalı.
Einstein 3.5 yıl İsviçre’de patent kısmında çalıştıktan sonra anladı ki patenleri toplayacak, piyasada hangisi tutacak ya da en son kullanıcı neyi isteyecek anlayacak ki ona göre yeni ürün çıksın. Bu yüzden bizim yeni çerçevelere ihtiyacımız var.
Bu çerçevelerde de üst akılların politika üretenlerin bu çerçeveleri birleştirip tanımlaması, yapılandırması ve strateji oluşturması gerekir. Bir o kadarda alttan ve içeriden konunun uzmanlarının fikri sinai mülki hakkı tetikleyecek yeni alanları belirliyor olması lazım.
Bu sayede bizim AR – GE elemanlarımızın, öğrencilerimizin ve akademisyenlerimizin sanayi ile birlikte bu işleri yürütüyor olabilsin. Yoksa tezlerin sayısı gibi binlerce patent ölür. Biyoteknoloji ve diğer alanlardaki patentin ana konusu uygulanabilir ve kullanılabilir olmasıdır. Yoksa patent sayıları bir işe yaramaz. Lisanslanabilir patent ile patent sayısını değiştirmemiz gerekmektedir.
Biyoteknoloji ve benzeri konularda alanlarında uzman kişilerden bilgi almak için Aba Innolab’ın iletişim kanalını kullanabilir ve Bio Innovation Academy resmi Youtube kanalına abone olabilirsiniz. Ülkemizin başarılı üniversitelerinde görev yapan akademisyenlerin ve başarılı sanayicilerin katıldığı canlı yayınlarımızın tekrarını Youtube üzerinden izleyebilirsiniz.