Bununla birlikte “ceviz” modeli olarak adlandırabileceğiz, özellikle sağlık alandaki Ar-Ge’ye büyük katkı sunacak, sonuç alma süreci uzun olan fakat özü ve sonucu itibariyle büyük değeri olan patentleme çalışmalarını görüyoruz.

Gamze Hanım, dergimizin bir yıl önceki Ar-Ge sayısında kıymetli gözlemlerinizi bizlerle paylaşmıştınız. Özellikle sürdürülebilirlik, şeffaf finansal destekler ve kaliteli istihdam için stratejik bir sisteme olan ihtiyaçtan bahsetmiştiniz. Geride bıraktığımız bir yıl içerisinde Ar-Ge alanındaki değişim ve gelişmeleri nasıl yorumlarsınız?

Gamze Sart: Belirttiğiniz gibi bundan tam bir sene önce gerçekleştirdiğimiz röportajımızda da Ar-Ge’yi ele almıştık. Geçen zaman içerisinde araştırma – geliştirme faaliyetlerinin birkaç farklı ayağında gözlemlediğim değişimleri, Türkiye ve yurtdışındaki çalışmalarımızı baz alarak üç boyutta değerlendirebilirim. Bunlardan ilki öğretim üyesi olarak görevli olduğum İstanbul Üniversitesi’nde direktörlüğünü üstlendiğim Teknoloji Transfer Ofisi’ndeki çalışmalar. Özellikle bu alanda önemli bir yol kat edildiğini söyleyebilirim. Bu bünyede, ilk başlarda patentleme sayısının artacağına ilişkin tedirginlik, yoğun çalışmalarla giderildi ve patentleme sayısında ciddi bir artış izledi. Bu sene de patentlerde birinci olduk İstanbul Üniversitesi olarak. Patentleme alanındaki bu artışı Ar-Ge’de oynadıkları rol bağlamında değerlendirdiğimizde bu çalışmaların önemini daha iyi kavrayabiliriz. Her ne kadar tüm bu patentlemeler büyük sonuçlar vermesi beklenen niteliğe sahip olmasa da sayılarının artmış olması hem fikri ve sınai haklar konusunda bilinçlenmeyi sağladı hem de İstanbul Üniversitesi’nin patenleme alanındaki yetkinliği konusunda üniversiteyi uluslararası boyutta önemli bir çekim alanı haline getirdi.

Ar-Ge’deki en önemli göstergenin aldığınız sonuç olduğunu düşünürsek, o sonucun sonunda bir patent ortaya çıkıyor

Patentlemenin Ar-Ge alanında önemini daha iyi anlayabilmemiz açısından, süreci daha geniş anlatmanız mümkün müdür?

Ar-Ge’deki en önemli göstergenin aldığınız sonuç olduğunu düşünürsek, o sonucun sonunda bir patent ortaya çıkıyor. Bu açıdan, bugüne dair en önemli gelişmenin artık patentlemelerin başvuru düzeyinde kalmayıp tescillenmelerindeki artış olduğunu görmek gerekir. Patentler birinci derecede tescillenebiliyor. Bir patentin tescillenmesi, metaforik olarak “patatez” dediğimiz, sanayi sürecine giremeyen, sonuç alınamayan bir anlamda çöp patentlerin azalması ve gerçek anlamda kabul edilebilir bir statüye ulaşabilecekleri anlamına geliyor. Bu sayede daha çok inovasyon ayağı olan, seri halde devam ettirebilecek, çevresini bulunduğu ortamda besleyen, sanayinin özellikle orman ve makine sanayinin ihtiyaç duyduğu hemen patentleşebilecek “şeftali” modelindeki patenler ön plana çıkıyor. Bununla birlikte “ceviz” modeli olarak adlandırabileceğiz, özellikle sağlık alandaki Ar-Ge’ye büyük katkı sunacak, sonuç alma süreci uzun olan fakat özü ve sonucu itibariyle büyük değeri olan patentleme çalışmalarını görüyoruz. Bu üç temel patentleme modelin ayrıştırılması, kategorize edilmesi ise Ar-Ge’de olumlu ve hızlı sonuçlar alabilmek için en önemli süreç haline geliyor. Diğer taraftan iyi bir araştırma geliştirmesi yapılmayan patentlemeler de sanayicilere sunulmamış oluyor. Bu etkileşimi Kasım ayında çıkması planlanan bir yasal düzenleme de destekleyecek.

 

Patentleme konusunda alınan yolun dışında son bir yılda etkili olan diğer değişimleri nasıl yorumlarsınız?

Bu bir yıl içerisinde çok önemli olan başka konuların en önemli başlıkları da şu oldu; Ar-Ge’deki önemli insanlar artık inovasyon, üretimin gelişimini sağlamanın ötesine geçiyor. İnovasyonu tetikleyecek milyon dolarlık hatta unicorn dediğimiz milyar dolarlık şirketlerin oluşumunu sağlamak üzere önemli bir farklılıklar devreye girmeye başlayacak. Buradaki en önemli konu dünyanın önümüzdeki yüz yıl içinde nereye gideceğini artık stratejik olarak değerlendirilmiş olması ve bu anlamda üniversitelere öncelikli alanlar verilerek üniversiteleri tematik hale getirmeye başlaması. Bu Ar-Ge alanlarında ilerlemek için daha fazla odaklanmayı ve keskinleşmeyi sağlayacak. Bu da doğru akademisyenin doğru sanayinin doğru yerde olmasını, öğrencilerin fikri ve mülki haklarının daha iyi korunur hale gelmesini sağlayacak. Tüm bunları bir arada düşündüğümüzde üniversiteler birbirleriyle rakip olarak değil işbirliği halinde Ar-Ge çalışmalarını ilerletebilecek. Kısacası son bir yılın en önemli gelişmesi inovasyon odaklı Ar-Ge’de devletin sunmuş olduğu stratejik alanlar ve üniversitelerin bu anlamda ihtisaslaşması.

 

Ar-Ge’ye yönelik bilincin gelişmesi ve devlet desteğinin daha sistemli hale gelmesinin yanı sıra bu alanda faaliyet gösteren uluslararası kuruluşlar nasıl bir rol üstleniyor?

Bu süreçte çok önemli bir başka gelişme daha oldu, aslında bunun bir parçası BUBA ile de alakalı olan bir kısım. Biliyoruz ki piyasaya girerken burada bir milyon dolarlık bir olayın lansmanı Amerika’da yüz milyon dolar olabiliyor. Bazen pazarlara hükmetmek istiyorsanız hangi pazara gireceğinizi, pazarlama stratejinizi, inovasyonunuzu Ar-Ge olarak bilmeniz gerekiyor. Bu çalışmalara geçmiş aylarda BUBA ile benzer bir yapısı olan fakat daha kapsamlı olan Kreiretsu bünyesinde sürdürüyorum. Aynı zamanda uzak doğu fonlarını San Francisco’ya yatıran Capital for Innovation ekibi ile birlikte çalışıyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi bu yapıları ülkemize getirebilmek konusuda patentleme de önemli bir yol kat etmemiz çok etkili oldu, bu bir anlamda pazarlama stratejisi görevi gördü. Bu yapılar gelecekte daha da önem kazanacak olan Ar-Ge’de araçların geliştirilmesi, üretilmesi, prototiplenmesi konusunda büyük rol üstlenecek. Örneğin bu oluşumlar sayesinde Çin’den gelen, San Francisco’dan gelenlerin fikirlerini dinleyebiliyorsunuz. Bu da yeni start-up’ların oluşumunda çok önemli. Ama onun ötesinde bizim için pazarın ihtiyacı olan, insanın ihtiyacı olan insan odaklı yeni oluşatları geliştirmek.

 

Bu anlamda Türkiye’nin geçmesi gereken en önemli basamağın ne olduğunu düşüyorsunuz? Ar-Ge’de öncelik verilmesi gereken ilk konu mevcut koşullarda ne olmalı?

Türkiye’nin bu dönem içindeki en önemli ajandalarından bir tanesi de Ar-Ge’nin ve inovasyonun değerlendirilmesi, daha doğrusu “değerlemesi”nin çıkartılabilmesi. Örneğin “5-10 milyar dolarlık şirket nasıl oluşturabilirim ki bunun eğer %10 ya da 20’sini satarsam bir milyar dolarlık geri dönüş alırım?” gibi sorular üzerinden değerlendirme yapmak gerekiyor. 2008 Mortgage krizinden sonra şirketler özellikle çok yüksek maaş alan insanları işten çıkarmaya başladılar. Özellikle üst düzey profesyonel kadroda bu dalgalanmayı açıkça gördük. Ardından çok büyük firmaların alt katlarında açılan “freelance” çalışma ortamları çoğaldı ve iyi fikri ve donanımı olan insanların iş güçleri ve fikirleri güvencesiz ve maaşsız bir şekilde şirketler tarafından kullanılmaya başlandı. Bu durumu özellikle gençler açısından iyi okumamız gerekiyor. Ar-Ge faaliyetlerinin firmaları tarafından “outsource” edilerek sürmesi, uzunca bir süre hem güvencesiz ortamın oluşmasını sağlayacak hem de 2025 yılına geldiğimizde büyük bir işsizlikle yüz yüze kalacağız. Türkiye’de de bir yandan Ar-Ge’yi geliştirilirken, bahsettiğim bu riskli durumları önleyecek planlar acil gündeme alınmalı.

Bu açıdan özellikle gençlerin cephesinden düşündüğümde, eğitimci kimliğim ile düşündüğümü söyleyebilirim. Gençlere Ar-Ge’de inovasyonda gelişmelerine olanak tanırken onların kendinden önceki tecrübe sahipleri ile doğru bağlantıları kurmasına yardım edecek köprüler inşa etmemiz gerekiyor. Örneğin biz yurtdışına çok fazla öğrenci gönderen ABA eğitim olarak, orada bu sene 68 milyon dolarlık bir burs temin ettik, 300’ün üzerinde master doktora seviyesinde öğrenci ve “undergraduate” öğrenci yerleşirdik. Bu seviyede bakıldığında bu gençlerin uluslararası platformlarda yeni işbirliklerine girmeleri bence çok önemli. Bu durum hem Türkiye’nin hem de dünyanın yeni neo kapital düzeninde yeniden yapılanmayı gerektirecek, öyleyse hızlı bir şekilde yeni gelişmelere ayak uydurarak bu süreci iyi yönetmek gerekiyor.

 

Innolab bu gelişmeler odağında nasıl bir yer tutmakta?

Bu dönem içinde Innolab bahsettiğim insan odaklı çalışmalara bir vesile olarak değerlendirdi, burası Avrupa Birliği projesiyle kurulmuş bir ofis, inovasyonun özellikle Türkiye’de bir ekosistem oluşturması için kurulan bir çalışma ortamı. Buradaki asıl amaç, üniversite öğrencilerinin doktora, yüksek lisans ve lisans düzeyinde hatta buna hazırlık yapan lise öğrencileri seviyesinde, müthiş fikirlerini gerçekleştirebilecekleri zeminleri oluşturmak. Kişilerin fikirlerini gerçekleştirirken diğer yandan da fikri haklarının korunarak güven ortamı içerisinde ilerlemelerini sağlamak. Boğaziçi Üniversitesi ile çok entegre çalıştığımız ABA Innolab’da birçok başarılı lise öğrencisi, üniversiteye başlamadan kodlamayı, Java programını birçok teknolojik gelişmeyi tanıyarak, Ar-Ge’nin, inovasyonun ne demek olduğuna dair ciddi bir fikri olarak kendisini geliştirme fırsatı buluyor. Bu süreçte öğrencilerimize birlikte çalıştığımız Serra Hanım da çalışmaları ve yönlendirmeleri ile katkı sunuyor.

 

Siz kendinizden bahseder misiniz?

Serra İspahani: Ben Serra İspahani, ABA Innolab’da koordinatör olarak çalışıyorum ve dijital kısmı yönetiyorum. Özellikle geçen seneden bu yana derslerimizde oluşan olumlu bir ivmenin altını çizmek isterim. Derslerimizde birinci adım olan Robotix’den başlayarak çocuklar kodlamayı önce eğlenceli bir şekilde öğreniyor, tamir takımı şeklinde bir robotla tanışıp onu yapıp onu yürüterek, Solidworks’de, soyut bir düşünceyi somut hale getirmeyi öğreniyorlar. Ardından “reverse engineering” yaparak yeni bir 3D printer yaratıyorlar. Bundan sonra da Arduino gibi uygulamaları yapacak seviyeye geliyorlar. Çocuklarımız artık yeni dersler talep etmeye başlıyor. Çok meraklı ve istekli öğrencilerimize yönelik müfredatlar oluşturmak durumunda kalıyoruz, çünkü araştırdıkça, fikirlerini geliştirdikçe potansiyellerini geliştiriyorlar.

Gamze Sart : Öğrenci, matematiği, fiziği niye öğrenmesi gerektiğini anlıyor İnnolab’da. Öğrenciler, teknolojinin pasif kullanıcısı olmaktan çıkıyor, yaratıcı yönleri gelişiyor. Bu şekilde genç neslin Ar-Ge ve inovasyon konusunda algıdaki seçiciliği artırılması hedefleniyor. Stajyerlerimizden Bahadır Ezer de bu aşamaları yaşayan öğrencilerimizden birisi.

 

Sizi de tanıyalım

Bahadır Ezer: İlk önce burada robot okulunda başladım, ardından Innolab’a stajyer olarak buraya gelmeye başladım. Burada fikirlerimi geliştirme olanağım oldu. Buraya gelmemdeki en büyük faydalardan bir tanesi Gamze Hoca sayesinde matematik ve fizik derslerine olan ilgimin artması ve bu alanların temelini anlamış olmam. Örneğin bir uçak kazalarının engellenmesine yönelik bir projem oldu ve kaymakamlıktan tebrik aldım.

 

Gamze Hanım, Ar-Ge açısından düşündüğümüzde, son dönemlerdeki güncel planlarınız nelerdir?

Robot laboratuvarı kurma girişimimizden bahsedebilirim. Özellikle ilk olarak güvenlik, ikinci olarak yaşlıların bakımını üstlenebilecek, son olarak sanayi alanında kullanılabilecek robotlar üzerine bir laboratuvardan bahsediyorum. Özellikle sanayi robotları alanında bir şeyler yapabilirsek bizim için çok önemli atılım olacak. Çünkü Türkiye’nin makine sektörü çok iyi ve biz bunu makine sektöründe çok iyi geliştirebiliriz. Türkiye’nin en önemli alanlarından biri olan otomotiv sektörü ve beyaz eşya sektörü bu gelişmelere çok açık. Bu anlamda, yan sanayiyi destekleyebilecek robotların Türkiye’de işler hale getirilmesi bizleri çok iyi bir noktaya getirecektir. Tabii bu robotları geliştirirken insan kaynağını geliştirmek de en önemli hedefimiz olmalı. Özellikle doktora eğitimi alan insanlar Ar-Ge’nin kaçınılmaz ihtiyacı. Günümüzde ise doktoraya gelmeden çok küçük yaşlardan itibaren transdisipliner alanlardaki ortak çalışmaların mantığını anlatmak gerekiyor.

 

Son olarak, ülkemizdeki inişli çıkışlı siyası ve ekonomik ortamın Ar-Ge açısından etkilerini nasıl değerlendirirsiniz?

Gamze Sart: Her kriz ya da her kaosun yeni bir açılışın başlangıcı olduğu fikrindeyim. Bundan sonra liyakate dayalı, daha şeffaf bir süreçle karşı karşıya kalacağız. Bu sebeple yaşadığımız kaosun Türkiye için bir fırsata dönüştürülmesi gerektiğini düşünüyorum. Burada yatırım yapacak insanın da okuyan insanın da ortak hedefi yaptığı işlerin kalitesinin değer üretiyor olduğunu görmek olmalı. İkincisi bu yaşanan olaylar Ar-Ge’de eksik olduğumuz alanları gösterebilir bize. Örneğin savunma sanayide, kodlama ihtiyacında ülkenin kendini korumada ihtiyaç duyduğu alanlarda yoğunluklu çalışılabilir. Bu sıkıntılı sürecin üzerinden daha çok çalışarak gelinebilir. Bu durumu şu ifade ile özetleyerek tamamlayabilirim: If there is a wish there’s a way.

Bültenimize Abone Olun

Bültenimize Abone Olun

Aba Innolab bültenine abone olarak güncellemelerden ilk önce siz haberdar olun.

Aboneliğiniz Alındı